3 Aralık 2012 Pazartesi

Ahmet Hamdi Tanpınar: Huzur

   
       Korka korka başladığım bu kitabı öyle sevdim ki... Neresinden başlasam bilemiyorum. Yazarın dili çok güzel kullandığı zaten her okuyanı tarafından kabul ediliyor. Kelimelerle dans eden adam!

       Bir huzursuzluğun romanı olarak nitelenen bu kitabı okumadan önce okuyanlara danışmıştım ve hepsi de Mümtaz'la Nuran'ın aşklarının çok etkileyici ve güzel olduğunu söylemişti. Bense sadece Mümtaz'ın aşkını sevdim Nuran'ın değil. Aslında Mümtaz'ı sevdim desem daha doğru olacak. O kadar sevdim ki, kitabı okuduğum geceler rüyalarımda dertleştim. Mutluluktan korkan bu adamı sevmemem olanaksızdı. Yazgının kalıtsal olduğuna inanan; ana'nesinin kaderinin kendinde bir şekilde tekerrür ettiğini düşünen Nuran'ı sevmemek için o ne kadar nedenim varsa onun da o kadar bahanesi vardı.



       Huzur'un arka kapağında yazanlara göre kitapta İstanbul bir insan gibi anlatılmış. Açıkçası İstanbul'un abartılıp yere göğe konulmamasından hiç haz etmiyorum ama burda öyle bir durum yoktu o sokaklarda gezmeyi, o balkonda oturmayı çok istedim doğrusu. Hele bahsettikleri Bursayı bir kerecik görebilmeyi? Ah ahh :)

       Mahur Beste'den bahsetmeden olmaz tabii. En çok merak ettiğim şey M.B. oldu, ama Klasik Türk Musikisi bana hep saray müziği gibi geliyor. Sanki sadece İstanbullu, yüksek gelirli insanlar dinlemiş gibi. A.H.T kültürümüze sahip çıkmanın üzerinde epey durmuş, ama bu konuda muvaffak olamadık. Türk Halk Müziği hala gündemdeyken Türk Sanat Müziği çoktan unutulmaya yüz tutmuş.

       Gide'siz bir Fransa düşünülemez, diyor bir yerde, Gide'den oldukça bahsetmiş ve henüz Dar Kapı'yı okuduğum için böyle düşünmesi gerçekten hoşuma gitti.

       Sahnenin Dışındakiler' in arka kapağında A.H.T.'ın  Huzur, Mahur Beste ve Sahnenin Dışındakiler romanları birlikte bir nehir romanının parçaları olarak değerlendirildiği yazıyor. En kısa sürede diğer ikisini de okumayı hedefliyorum.

       Bugün kitapçıda gezerken Dergah Yayınlarının yeni kapağını gördüm gerçekten güzel olmuş;

       
       Bu da YKY'nin kitap kapağı;


       Akis kelimesini o kadar çok kullanmış ki dikkatimi çekti, sözlük anlamını buraya not almalıyım. Akis: 1. Bir yere çarpma, vurma; 2. Ziya veya suretin bir yere vurup dönmesi veya orada görünmesi; 3. Sesin bir yere vurup dönmesi, yankılanma; 4. Ters, zıt, hilaf, mugayyir. Bu anlamların hepsinde defalarca kullanmış!

       Son olarak, umarım bu kitap senaristlerin eline geçmez, son zamanlarda patlak veren Orhan Kemal romanlarının dizileştirilmesi nedeniyle Orhan Kemal okumayı hiç ama hiç düşünmüyorum!


 _ Ya hep, ha hiç... O zamanki düşüncesi buydu..
Ya hep, ya hiç... Yani ölüm. Tıpkı Hitler gibi konuştuğunun farkına vardı. Ya hep, ya hiç. Ya dünya imparatorluğu, yahut da siyah ölüm.
   Fakat tabiatta ne hep vardı ne hiç vardı. Hep veya hiç beraber oldukları zaman, insan kafasının o terazi mükemmeliyetinin bir sakatlığı oluyordu. Bu harikulade cihaz kendi mükemmeliyetinden şaşınca bir muadele çıkardı. Veyl onu düstur tanıyanlara, bu mudil hayatı onun ziyadesinde görenlere!.. Bu hendesi noktada insan oğlu bütün hayatın kendi elinde olduğunu sanırdı. Çünkü bu böyle bir noktadır ki orada yalnız kendimiz varız. Daha doğrusu bir anımız. Çünkü ''hep veya hiç''i biz dahi biraz kendimizde derinleştirdik mi, terazi mücerret muvazenesinden kıl kadar uzaklaştı mı unutur, azapların, aldatıcı hayallerin, ümitlerin, pişmanlıkların dünyası başlardı. Ya hep, ya hiç. Hayır her şeyden biraz.

         






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bana Yorum Bırakın!
Yazılarıma yorum bırakmanız beni gerçekten mutlu edecektir:)